İBRANAMENİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ

SAYILAR

Esas No : 2010/42519
Karar No : 2013/5654
Tarihi : 13.02.2013
İlgili Kanun/Madde : 4857 S. İşK/32 6098 S. BK/132
Yargı Yeri: YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ

Ek Başlıklar : • İBRANAMENİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ • İVAZLI İBRANIN ÖDEMENİN BANKA KANALIYLA YAPILMASI HALİNDE GEÇERLİ OLACAĞI

Tam Metin

 

YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
 
Esas No.
Karar No.
Tarihi:
2010/42519
2013/5654
13.02.2013
İlgili Kanun / Madde
4857 S. İşK/32
6098 S. BK/132
   

  • İBRANAMENİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ
  • İVAZLI İBRANIN ÖDEMENİN BANKA KANALIYLA YAPILMASI HALİNDE GEÇERLİ OLACAĞI
  ÖZETİ İbranameyle ilgili  olarak daha önemli bir düzenleme 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde yer almıştır.  01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan sözü edilen hükme göre “İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.
            Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.
            İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır”.
6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde iş  sözleşmesinin sona ermesinden bir ay içinde yapılan sözleşmelere  geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı  ibra sözleşmeleri(ivazlı ibra) ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış  olması halinde geçerli  sayılmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 19. maddesinde  feshe itiraz bakımından  bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş  olmakla feshi izleyen bir ay  içinde  işçinin  işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir.  O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli  ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için  feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından  işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de  temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı  ile ilgili  olup ifayı  ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel  hale gelen  kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin  ücreti gibi  haklarının ödeme tarihi  bir ay süreyle ertelenmiş değildir.
            6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun ilgili maddesinde işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi  de  ödemeye dair ispat sorunlarını ortadan   kaldırabilecektir. Sözü edilen   yasal   düzenleme  sadece  işçinin  alacaklı   olduğu durumlar  için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri  talep ettiği yine işçinin vermiş  olduğu zararın tazminine dair  uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin  işverene borçlu  olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını  ibra yoluyla sona erdirebilirler.
            Sözü edilen hüküm 01.07.2012 tarihinde yürürlülüğe girmiş olup belirtilen tarihten sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal  koşulların  varlığı aranmalıdır. Başka bir anlatımla 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmediği dönem için ibranamenin geçerliliği sorunu,  Dairemizin konuyla  ilgili  ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Feshi izleyen bir aylık süre içinde ibraname düzenlenememesi ve  ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenecek  ibra sözleşmeleri için geçerlidir
 
             

DAVA                                   : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı, fazla mesai ücreti, yıllık izin ücreti, ücret alacağı ile maddi ve manevi tazminat alacaklarının  ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
                                      Yerel mahkeme, isteği  kısmen hüküm altına almıştır.
                                      Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından  temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi  S. Aydoğmuş Özkılıç  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
            A) Davacı İsteminin Özeti:
            Davacı, 1995 yılından itibaren davalı işyerinde çalışmaya başladığını, temizlik işleri, asansör bakımı ve kalorifer yakma işlerinde çalıştığını ancak işverence SSK.ya girişine ilişkin bildirimde 1.5.1996 tarihinde işe başladığına yer verildiğini, iş akdinin kötü niyetle feshedildiği 25.6.2004 tarihine kadar çalıştığını beyanla; kıdem ve ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, yıllık izin ücreti, ücret alacağı, kötüniyet tazminatı ve maddi ve manevi tazminat alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
            B) Davalı Cevabının Özeti:
            Davalı vekili, davacının 24.6.2004 tarihinde kendi isteği ile işten ayrıldığını, çalıştığı süreçte işveren konumundaki Mustafa Gülaçtı ile müvekkili şirketi ibra ettiğine dair ibranameyi imzaladığını beyanla davanın reddini istemiştir.
            C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
            Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
            D) Temyiz:
            Kararı, davalı  temyiz etmiştir .
            E) Gerekçe:
            1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
            Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır.
            Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
            Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
            Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
            Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
            Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
            Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
            Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
            5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
            Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i  ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. 
            Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
            Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
            1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
            Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
            Davacı vekili 18/05/2010 harç tarihli ıslah dilekçesini aynı gün yapılan duruşma sırasında ibraz etmiş ve duruşma sırasında bu ıslah talebi davalı vekiline elden tebliğ edilmiş, aynı celse davalı vekilince ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı definde bulunulmuş olup, bu savunma değerlendirilmeden yazılı şekilde alacağın hüküm altına alınması hatalıdır. 
            2- İbra sözleşmesi, İsviçre Borçlar Kanunu’nun 115. maddesinde düzenlendiği halde, halen yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda bu yönde bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş  olup, kabul edilen Yasa’nın 132. maddesine göre “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir”.
            İbranameyle ilgili  olarak daha önemli bir düzenleme 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde yer almıştır.  01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan sözü edilen hükme göre “İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.
            Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.
            İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır”.
6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde iş  sözleşmesinin sona ermesinden bir ay içinde yapılan sözleşmelere  geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı  ibra sözleşmeleri(ivazlı ibra) ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış  olması halinde geçerli  sayılmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 19. maddesinde  feshe itiraz bakımından  bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş  olmakla feshi izleyen bir ay  içinde  işçinin  işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir.  O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli  ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için  feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından  işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de  temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı  ile ilgili  olup ifayı  ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel  hale gelen  kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin  ücreti gibi  haklarının ödeme tarihi  bir ay süreyle ertelenmiş değildir.
            6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun ilgili maddesinde işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi  de  ödemeye dair ispat sorunlarını ortadan   kaldırabilecektir. Sözü edilen   yasal   düzenleme  sadece  işçinin  alacaklı   olduğu durumlar  için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri  talep ettiği yine işçinin vermiş  olduğu zararın tazminine dair  uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin  işverene borçlu  olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını  ibra yoluyla sona erdirebilirler.
            Sözü edilen hüküm 01.07.2012 tarihinde yürürlülüğe girmiş olup belirtilen tarihten sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal  koşulların  varlığı aranmalıdır. Başka bir anlatımla 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmediği dönem için ibranamenin geçerliliği sorunu,  Dairemizin konuyla  ilgili  ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Feshi izleyen bir aylık süre içinde ibraname düzenlenememesi ve  ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenecek  ibra sözleşmeleri için geçerlidir. 
            İbra sözleşmesi çalışma ilişkilerinde “ibraname” adıyla yaygın bir  uygulama alanı bulmaktadır. İbra sözleşmelerinin geçerliliği sorunu, İş  Hukukunda “işçi  yararına yorum”   ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiş  ve  ağırlıklı olarak  Yargıtay  kararları ışığında bir gelişim  izlemiştir.
            İşçi emeği karşılığında aldığı  ücret ve diğer parasal hakları  ile kendisinin ve ailesinin geçimini  temin etmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir  işçinin nedensiz yere  işvereni  ibra etmesi  hayatın  olağan akışına uygun düşmemektedir. İş Hukukunda ibra sözleşmeleri dar yorumlanmaktadır. İşverenin  işçiye olan borçlarının asıl sona erme nedeni  ifa  olarak ele alınmaktadır. Borcun sona erme şekillerinden biri  olan  ibra sözleşmelerine İş Hukuku açısından sınırlı biçimde  değer verilmektedir.
            Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde iş  ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmelerinin geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen  işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş  ilişkisinin devamını  sağlamak veya  bir  kısım  işçilik alacaklarına bir an  önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi  imzalamaya yönelmiş sayılmalıdır. Dairemizin kararlılık kazanmış  olan  uygulaması bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/ 41165 E, 2010/ 29240 K.).
            İbranamenin tarih içermemesi  ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez(Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/ 37441 E, 2010/31943 K).
             İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte  olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla  karşılaşması  halinde ibra iradesine değer verilemez.
            Öte yandan  818 sayılı Borçlar Kanunu’nun  21. maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. 
            İbranamedeki irade fesadı hallerinin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir(Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/ 27121 E, 2010/30468 K).  Ancak  işe girerken alınan matbu nitelikteki  ibranameler bakımından  iş  ilişkisinin devam ettiği süre içinde  bir yıllık süre işlemez. 
            İbra  sözleşmesi, varlığı  tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol  olmakla, varlığı şüpheli  ya da tartışmalı olan borçların  ibra yoluyla sona ermesi de mümkün  olmaz. Bu nedenle işveren tarafından  işçinin hak kazanmadığı  ileri sürülen bir borcun  ibraya  konu  olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz  olduğu  kabul edilmelidir(Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/ 37372 E, 2010/ 31566 K).
            Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise alacağın  tamamen ödenmiş  olması durumunda  borç  ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi  ödeme hallerinde Dairemizin kökleşmişiçtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan  ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir(Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/ 40992 E, 2010/ 39123 K.). Miktar içeren  ibranamenin çalışırken alınmış  olması makbuz etkisini  ortadan kaldırmaz(Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/ 33748 E, 2010/ 20389 K.).
            Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise geçerlilik sorununu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi uygulanmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/ 23861 E, 2008/ 17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek  tek sayıldığı  ibranamede  irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır(Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/ 396 E, 2009/ 441 K).
            İşçinin ibranamede yasal  haklarını saklı tuttuğuna dair  ihtirazi kayda yer vermesi  ibra iradesinin bulunmadığını gösterir(Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/ 40032 E, 2010/ 31666 K).
İbranamede yer almayan  işçilik alacakları bakımından borcun sona erdiğinden söz edilemez. İbranamede yer alan  işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz.  Savunma ile çelişmeyen  kısımlar  yönünden ibra iradesine değer verilmelidir(Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/ 33597 E, 2010/ 20380 K). Başka bir anlatımla ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir  ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı  ibranamede çelişki  bulunmayan  ve miktar içermeyen  kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.   
            İbraname savunması hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında  ileri sürülebilir( Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/ 9-586 E, 2010/ 31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/ 33764 E, 2010/ 23201 K.). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 75. maddesi  uyarınca hakim, şüpheli ve çelişkili gördüğü  iddia ve sebepler hakkında açıklama isteyebilir. Davanın her aşamasında gerekli delillerin  ibrazını talep edebilir(Yargıtay 9.HD. 14.10.2010 gün 2008/37132 E, 2010/ 29075 K).
            Mahkemece 24/06/2004 tarihli ibranameye  değer verilmediği açıklanıp sonuca gidilmişse de yukarıdaki ilke kararımız uyarınca, bu ibranamenin davacının iradesi fesada uğratılarak alındığı yolundaki beyanların somut delillerle kanıtlanmadığı gözönüne alınarak ibraname tarihi itibariyle iş sözleşmesinin tasfiye edilip edilmediği, bu tarih itibariyle yapılan ödemelerin davacı