İlgili Kanun / Madde
6098 S. TBK/49
T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No. 2018/(21)10-369
Karar No. 2021/1348
Tarihi: 04.11.2021
lİLLİYET BAĞI
lİLLİYET BAĞININ KESİLMESİ
lİLLİYET BAĞININ MÜCBİR SEBEP, ZARAR GÖRENİN KENDİ KUSURU VEYA ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN KUSURU İLE KESİLEBİLECEĞİ
lMÜTERAFİK (ORTAK)KUSUR
ÖZETİ: Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak tanımlanabilir. Hukukî anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki hukukî ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 594).
Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, Haluk: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s. 89). Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.
Bununla birlikte sorumluluğun asli şartı; zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Bu sebep sonuç ilişkisine genel anlamda illiyet bağı denir. Burada sözü edilen illiyet bağı uygun illiyet bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır (Eren, s.561). Başka bir deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece kusur sorumluluğunda değil, kusursuz sorumlulukta da kabul edilmektedir (Eren, s. 561). Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır.
Zarar görenin kendi kusurunda, kişinin kendisine zarar veren bir hareket tarzı söz konusudur. Zarar görenin kendi kusuru, akıllıca iş gören, mantıklı bir kişinin, kendi yararı gereği zarara uğramamak için kaçınacağı veya kaçması gereken bir eylemi olarak nitelendirilmelidir. Zarar görenin kusuruna ortak kusur, birlikte kusur veya müterafik kusur da denilmektedir (Tandoğan, Haluk: Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 318).
Müterafik (ortak) kusur, makul bir kimsenin kendi yararına sakınmak zorunda olduğu düşüncesiz, dikkatsiz bir hareket tarzıdır. Müterafik (ortak) kusur kasdi olabileceği gibi, ihmal şeklinde de ortaya çıkabilir. Zarar görenin müterafik (ortak) kusuru tespit edilirken, aynen zarar verenin kusurunda olduğu gibi objektif kusur kriterlerine başvurulmalı, yani objektifleştirilmiş kusur kavramı esas alınmalıdır. Zarar görenin müterafik kusuru illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise zarar veren sorumluluktan kurtulacak ve tazminat ödemeyecektir. Buna karşılık zarar görenin müterafik (ortak) kusuru bu yoğunlukta değilse ortak sebep olarak tazminattan indirim sebebi teşkil edecektir. Zira bu hâlde zarar görenin kusuru, diğer ortak sebepler arasında kısmi bir sebep olarak zararın doğmasına veya artmasına katkıda bulunmuştur (Eren, s. 791).
Başka bir deyişle zarar görenin kusurunun illiyet bağını kesecek yoğunlukta olup olmadığı tespit edildikten sonra zarar görenin müterafik (ortak) kusuru belirlenerek sorumluluk paylaştırılıp tazminattan indirim yapılacaktır.
DAVA: 1.Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 18. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalılar vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2.Direnme kararı davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3.Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I.YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4.Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi Turgay Ender Bul’un davalı Bereket İnşaat Peyzaj Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (Bereket Limited Şirketi)’nin taşeronu olan davalı İnanç Dış Ticaret Pazarlama Otomotiv Ticaret Limited Şirketi (İnanç Dış Ticaret Limited Şirketi) işçisi olarak çalışırken 27.07.2006 tarihinde geçirdiği iş kazasında vefat ettiğini, davalı Bereket Limited Şirketinin Sazlıdere Baraj Gölü havzasındaki bitkilerin bakımı ve korunması işini davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünden (İSKİ/İdare) ihale ile aldığını, ancak davalı İSKİ tarafından barajda yeterli güvenlik önlemi alınmadığını, ayrıca murisin 27.07.2006 tarihinde çalışmaya başlamasına rağmen sigorta girişinin Kuruma iş kazasından sonra 19.01.2007 tarihinde bildirildiğini, müvekkillerine Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından maaş bağlandığını ancak maddi zararlarının tam olarak karşılanmadığını, manevi olarak da zarara uğradıklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalılardan maddi ve manevi tazminat talep etmiş, 04.02.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile taleplerini arttırmıştır.
Davalı Cevabı:
5.Davalı İSKİ vekili cevap dilekçesinde; ölen işçinin müvekkili İdarenin işçisi olmadığını, davalı şirketlerle asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, bu nedenle müvekkili hakkındaki davanın husumetten reddi gerektiğini, öte yandan müvekkili İSKİ ile davalı Bereket Limited Şirketi arasında yapılan sözleşmede her türlü hukukî ve cezai sorumluluğun davalı şirkete ait olduğunun kararlaştırıldığını, baraj havzalarında göle girmenin tehlikeli ve yasak olduğuna ilişkin uyarı levhaları bulunduğu gibi, gerekli güvenlik önlemlerinin alındığını, kaldı ki güvenlik önlemlerini almakla yüklenici şirketin yükümlü olduğunu, kazalı işçinin de iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uymayıp göle girerek kusurlu davrandığını, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yapılan ödeme varsa mahsubu gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
6.Davalı İnanç Dış Ticaret Limited Şirketi vekili 08.04.2015 havale tarihli dilekçesinde; Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Bakırköy 6. İş Mahkemesinde açılan 2007/1242 Esas sayılı davada alınan bilirkişi raporunda tüm kusurun kazalı işçide olduğunun belirtildiğini, temyiz incelemesinde olan sözü edilen davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini, kazalı işçinin kurallara uymadan göle girmesi nedeniyle kusurlu olduğunu, kusur raporu ile hesap raporlarını kabul etmediklerini, talep edilen tazminat miktarlarının fahiş olduğunu, kazadan müvekkili şirketin sorumlu tutulamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
7.Davalı Bereket Limited Şirketi vekili 02.04.2015 havale tarihli dilekçesinde; müvekkili şirkete usulüne uygun tebligat yapılmadığını, yıllar önce boşaltılan adrese tebligat yapılarak usulî işlemlerin yürütüldüğünü, bu nedenle savunma yapılamadığını, ehil bilirkişi kurulundan dosyaya etki edebilecek tüm hususları değerlendiren rapor alınması ve kazalı işçinin kusuru bulunup bulunmadığının ön yargısız olarak irdelenmesi gerektiğini, kazalı işçinin işi ile alakalı olmayan bir davranış sonucu yaşamını yitirmesi olayında kusursuz kabul edilmesinin akla ve mantığa aykırı olduğunu, müvekkilinin davalı İSKİ’den aldığı işi tüm sorumlulukları ile birlikte davalı İnanç Dış Ticaret Limited Şirketine devrettiğini, bu nedenle müvekkili şirkete kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
8.Bakırköy 18. İş Mahkemesinin 13.04.2015 tarihli ve 2013/354 E., 2015/139 K. sayılı kararı ile; davacıların murisi işçinin geçirdiği iş kazasında vefat ettiği, davalıların iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davranmaları nedeniyle kusurlu oldukları, işçiye gerekli eğitimi vermedikleri, çalışma usul ve esasları konusunda yeterli denetim ve gözetim yapmadıkları, buna ilişkin delil sunulmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacı Havva Bul için 105.490,06TL maddi, 80.000TL manevi, Bengisu için 33.167,70TL maddi, 50.000TL manevi, Alperen için 28.253,64TL maddi ve 50.000TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 27.07.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9.Bakırköy 18. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararını süresi içinde davalılar vekilleri temyiz etmiştir.
10.Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 21.03.2016 tarihli ve 2015/12180 E., 2016/4714K. sayılı kararı ile; “…Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacılar murisi sigortalı Ender Bul'un 27.07.2006 tarihinde Sazlıdere Baraj gölü kenarında, ağaçların bakımı ile yabani otların temizlenmesi işinde çalışırken, iş arkadaşları İbrahim Göktaş ve Mustafa Göktaş'ın kimseden izin almaksızın sandalla göle açıldıkları, sandalın içeriside bulunanların sandalı idare edememesi üzerine kıyıda bulunan murisin onlara yardım etmek için yüzerek sandala çıkmak istediği esnada boğularak vefat ettiği, SGK Teftiş Kurulu başkanlığı tarafından olayın iş kazası kabul edildiği, Mahkemece bilirkişi heyetinden alınan 28.01.2013 tarihli kusur raporunda davalı İSKİ Genel Müdürlüğü ile Bereket Elektronik İnşaat Peyzaj Ltd. Şti'nin %80 oranında, davalı İnanç Dış Ticaret Paz. Oto Tic. Ltd.Şti'nin %20 oranında kusurlu olduğu tespit edilirken, Kazalıya kusur yüklenemeyeceğinin belirtildiği anlaşılmaktadır.
İş kazalarında olay, İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik İlkeleri çerçevesinde değerlendirilmeye tabi tutulmalıdır. İşverenin iş kazası sonucu meydana gelen zarar nedeniyle hukuki sorumluluğu yasa ve içtihatlarla belirlenmiş olan ayrık haller dışında ilke olarak iş aktinden doğan işçiyi gözetme ( koruma ) borcuna aykırılıktan kaynaklanan kusura dayalı sorumluluktur. İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin işçilerin sağlığını ve güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğudur.
İş kazasından doğan tazminat davalarının özelliği gereği, İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işverenin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü'nün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirlenmelidir. (Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2004 gün ve 2004/21-365 E.-369 K.sayılı kararı da aynı yöndedir )
Somut olayda, bilirkişi heyetinden alınan 28.01.2013 tarihli rapora dayanılarak davalıların %100 kusurlu olduğu kabul edilirken, davacıların murisinin kusursuz olarak kabul edilmesinin olayın oluşuna uygun olmadığı, alınan kusur raporunun yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Yapılacak iş; İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşullar göz önünde tutularak, dosyanın konusunda uzman 3 kişilik iş güvenliği uzmanlarından oluşturulacak bilirkişi heyetine incelettirilerek, davacıların murisi sigortalının, olayın gerçekleşmesinde ağır kusurunun bulunup bulunmadığı, kazalının eylemi nedeniyle illiyet bağının kesilip kesilmediği yönünden olayın oluşuna uygun rapor alınarak, sonuca gidilmesiyken; yetersiz raporu hükme esas alarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davalıların sair temyiz itirazları incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır….” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11.Bakırköy 18. İş Mahkemesinin 14.11.2016 tarihli ve 2016/170 E., 2016/457 K. sayılı kararı ile; 11.02.2013 havale tarihli raporu hazırlayan bilirkişilerin iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olduğu, ayrıca üç kişilik heyetten rapor alındığı, raporda İş Kanunu’nun 77. maddesi tümüyle yazılarak iş güvenliği yönünden irdeleme yapıldığı, İş Güvenliği Tüzüğü’nün ilgili maddelerine göre işçiye eğitim verildiğine dair belge bulunmadığı ve kazalı işçinin olay anında arkadaşlarının boğulduğunu gören vasıfsız ve eğitimsiz bir işçinin sergilediği davranışı gösterdiği belirtilerek vefat eden işçiye kusur izafe edilmediği, davalılar Bereket Limited Şirketi ve İSKİ’nin İş Güvenliği Tüzüğü’nün 2., 3. ve 4. maddelerinde belirtildiği şekilde iş güvenliği önlemlerini aldıklarına ve işçiye eğitim verdiklerine ilişkin hiçbir delil sunmadığı, somut olayda boğulmakta olan arkadaşlarını kurtarma düşüncesi ile kazalı işçinin doğrudan göle girdiği, acil durumlarda nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda kazalı işçiye eğitim verildiğine ilişkin delil bulunmadığı, göle girmenin yasak olduğuna ilişkin levhaların ne zaman göl kenarına asıldığının belli olmadığı, kaldı ki bu levhaların işverenleri hukukî sorumluluktan kurtarmayacağı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 98. maddesindeki hüküm karşısında yeterli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almayan davalı işverenlerin kusuru nedeniyle boğulmakta olan iş arkadaşına yardım etme düşüncesi ile göle giren kazalı işçiye kusur yüklenemeyeceği, raporda tüm bu hususların ayrıntılı olarak tartışıldığı, kaza ile ölüm arasında illiyet bağının kesilmediği belirtilerek önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresinde davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II.UYUŞMAZLIK
13.Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hükme esas alınan 28.01.2013 düzenleme, 11.02.2013 havale tarihli rapora dayanılarak davalıların %100 kusurlu, davacıların murisinin ise kusursuz kabul edilmesinin olayın oluşuna uygun olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre üç kişilik iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden davacıların murisinin olayın gerçekleşmesinde ağır kusurunun bulunup bulunmadığı ve eylemi nedeniyle illiyet bağının kesilip kesilmediği yönünden yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III.GEREKÇE
14.Öncelikle işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun hukukî niteliğine ilişkin kısaca açıklama yapılmasından fayda bulunmaktadır.
15.İşçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” Tanımı yapılmıştır.
16.Hizmet akdi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313/1. maddesinde “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
17.01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393/1. maddesinde ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle iş görmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
18.Bu hâliyle denilebilir ki, hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği, iki taraflı bir sözleşmedir.
19.Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise, işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak; buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için işyerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
20.İş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan BK'nın 332. maddesinde; "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiştir.
21.10.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin 1. fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
22.Mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar kanun koyucu tarafından 30.06.2012 yürürlük tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 sayılı Kanun) ile doldurulmaya çalışılmıştır. 6331 sayılı Kanun'un 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanun'un 77 ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
23.Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak BK'nın 332. maddesindeki hükmün karşılığı 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK'nın 417. maddesinde yeniden düzenlenmiştir. Bu madde; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” hükmüne yer verilmiştir.
24.818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş bir yaklaşımla düzenlenen TBK'nın 417. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hüküm ile 4857 sayılı İş Kanunu'nun mülga 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasındaki düzenlemesi ile de hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukukî niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. İşverenin gözetme borcu iş sözleşmesinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (TBK 112 ve 417.) dayanabilecektir. Öte yandan, işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup, aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (Oğuzman, Kemal: İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir.
25.Sonuç itibariyle denilebilir ki, iş kazasında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması mümkündür.
26.İşverenin yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler çerçevesinde işçiyi gözetme borcu kapsamında işyerinde gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alması gerekmekte olup ayrıca mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak zorundadır. Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme olanağı bulunan, yapılacak gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve örgütlenme düşüncesinin en yeni verileri göz önünde tutulduğunda işçi sakatlanmayacak, hastalanmayacak ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da azalacaksa her önlem işverenin koruma önlemi alma borcu içine girer.
27.Bu önlemler konusunda işveren işyerini yeni açması nedeniyle tecrübesizliğini, bilimsel ve teknik gelişmeler yönünden bilgisizliğini, ekonomik durumunun zayıflığını, benzer işyerlerinde bu iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını savunarak sorumluluktan kurtulamaz. Gerçekten, çalışma hayatında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı işverenin önlem alma borcunu etkilemez. İşverenlerce, iş güvenliği açısından yaşamsal önem taşıyan araç ve gereçlerin işçiler tarafından kullanılması sağlandığında, kaza olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği de tartışmasız bir gerçektir. Bu açıklamalara göre, iş kazasının oluşumuna etki eden kusur oranlarının saptanmasına yönelik olarak yapılan incelemede, ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.
28.Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.06.2019 tarihli ve 2017/10-2359 E., 2019/749 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
29. Gelinen bu noktada illiyet bağı üzerinde kısaca durulmalıdır.
30.Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak tanımlanabilir. Hukukî anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki hukukî ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
31.Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 594).
32.Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, Haluk: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s. 89). Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.
33.Bununla birlikte sorumluluğun asli şartı; zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Bu sebep sonuç ilişkisine genel anlamda illiyet bağı denir. Burada sözü edilen illiyet bağı uygun illiyet bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır (Eren, s.561). Başka bir deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
34.İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece kusur sorumluluğunda değil, kusursuz sorumlulukta da kabul edilmektedir (Eren, s. 561). Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır.
35.Yeri gelmişken zarar görenin kusurunun sorumluluğa etkisine değinilmelidir.
36.Sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermek zorunda ise de, zararlı sonucun doğmasına zarar veren yanında zarar görenin kusuru veya bazı durum ve davranışları ya da umulmayan olaylar da katkıda bulunmuşsa tazminattan belirli bir indirim yapılması hakkaniyete daha uygun düşmektedir. Bu düşünce ile tazminattan indirim sebepleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda) ve diğer bazı özel kanunlarda düzenlenmiştir.
37.Tazminattan indirim sebeplerinin en önemlileri ise Türk Borçlar Kanunu’nun“Haksız Fiilden Doğan Borç İlişkilerinin” düzenlendiği İkinci Ayırımda yer alan 51. ve 52. maddelerinde (818 sayılı Borçlar Kanunu m.44) belirtilen sebeplerdir. Sözü edilen bu tazminattan indirim sebepleri, özel hükümler mevcut