ÖZETİ: Bilindiği üzere HMK’nın 30 uncu maddesi kapsamında düzenleme altına alınmış olan “Usul Ekonomisi” ilkesine göre de Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Aynı kanunun 26.maddesinde düzenlenen “Taleple Bağlılık” ilkesi kapsamında hakimin tarafların talepleri aşılarak karar veremeyeceği düzenleme altına alınmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2021 tarih ve 2018/10(21)-94 E- 2021/111 K sayılı ilamında da açıkça belirtildiği gibi ” Bir tarafın bilirkişi raporuna itiraz etmemesi ile diğer (bilirkişi raporuna itiraz eden) taraf lehine usulî kazanılmış hak doğar. Yani, bir taraf bilirkişi raporuna itiraz etmez, diğerinin itirazı üzerine yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılır ve ikinci bilirkişi raporu birinci rapora itiraz edenin daha da aleyhine olursa, ilk rapora itiraz etmeyen taraf bakımından ilk bilirkişi raporu kesinleştiğinden ve bununla diğer taraf lehine usulî kazanılmış hak doğduğundan, mahkemenin ilk bilirkişi raporuna göre karar vermesi gerekir (Kuru, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s. 2753)”
Her ne kadar dairemizce bakiye ömür tespitinde TRH-2010 adlı bakiye ömür tablosunun hesapta dikkate alınması kabul edilmekte ise de somut olayda davacı vekilinin aldırılan kök rapora itirazının bulunmadığı gözden kaçırılarak Mahkemece davalı vekili itirazlarını değerlendirmek suretiyle davacı kazalının bakiye ömür süresinin tespitinde resen TRH-2010 tablosunun uygulanmasına dair ara kararı gereğince düzenlenen ek raporun hükme dayanak kılınması ve bu suretle davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hak ihlal edilerek sonuca gidilmesi hatalı olmuştur.
O halde Mahkemece yapılacak iş davacı tarafça itiraza uğramayan 07.06.2021 tarihli kök raporda hesaplanan maddi tazminat miktarı dikkate alınarak karar vermekten ibarettir.
Hakimin manevi zarar adı ile zarar görene veya ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir.
Manevi tazminat davalarında, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplardan çıkılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır.
Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir.(HGK 23.6.2004, 13/291-370)
Somut olayda, davacının davalı şirkette çalışırken gerçekleşen kazadan sonra 17.12.2013-07.01.2015 tarihleri arasında istirahatli kaldığı, kaza nedeniyle %30,2 oranında sürekli iş göremezliğe girdiği, hükme esas alınan kusur raporuna göre davalı işverenin % 90 oranında, davacının % 10 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar doğrultusunda davacının uğradığı sürekli iş göremezlik oranı, istirahat süresinin uzunluğu, davacının iş kazasının gerçekleşmesinde işverene göre kusurunun azlığı, iş kazasının davacıda meydana getirdiği şiddetli elem ve ızdırap kapsamında, hüküm altına alınan manevi tazminatın az miktarda olduğu anlaşılmaktadır.
Taraflar arasındaki iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi Semra Şiner tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 01.03.2013 tarihinde davalıya ait iş yerinde çalışmaya başladığını, 17.12.2013 tarihinde iş yerinde apkant makinesinde çalışmakta iken uygun platform üzerine konulmayan sac malzemelerin üzerine devrilmesi sonucunda her iki kol ve bacaklarında ve sağ elinde yedi civarı ayrı ayrı kırık ve ayrıca çatlak ve yaralanmalar oluştuğunu, olayın işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarına tamamen aykırı olarak gerekli iş güvenliği tedbirlerini almaması sonucu meydana geldiğini, işverenin kazanın oluşunda tam kusurlu olduğunu, geçirdiği kaza sonucu sağ ve sol kolu, sağ ve sol bacaklarında kırıklar ve deformasyon oluşan davacının her iki bacağında, sol dirseğinde ve sağ elinde hareket kısıtlılığı ve şekil bozukluğu kaldığını, kol, bacak ve elinin asli fonksiyonuna kavuşamayacak olan davacının fiziksel ve psikolojik olarak travma içinde kaldığını, davacının ömrünün sonuna kadar bu sakatlıkları ile sağlanan bir insanın yapacağı pek çok şeyden mahrum hale geldiğini beyan ederek 370.485,44 TL maddi tazminat ile 149.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizleriyle birlikte davalı şirketten tahsiline, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının 17.12.2013 tarihinde kendisinin dikkatsizlik ve ağır kusuru nedeniyle meydana gelen kaza neticesinde yaralandığını, davacının çalıştığı makinenin yanında bulunan metal sehpadaki muhtelif ebatlardaki sac plakaları forklift yardımıyla iş makinesine yaklaştırarak koyması gerekirken davacının bunu yapmayarak metal sehpayı kendisine doğru çekerek sehpanın dengesini bozduğunu ve üzerindeki sacların davacının üzerine devrilmesi nedeniyle kazanın meydana gelmesine sebebiyet verdiğini, davalı şirketin işçilerin tamamına iş kazaları sebepleri, İSG kuralları, iş ekipmanlarının kullanımı, iş yerinde güvenli çalışma, kimyasal fiziksel ve biyolojik riskler, uyarı işaretleri hususunda eğitim aldırdıktan sonra göreve başlattığını, kaza anında davacının derhal özel hastaneye götürülerek işçinin bir an önce sağlığına kavuşabilmesi için gerekli olan tüm masrafların davalı şirket tarafından karşılandığını, davalı şirket yetkilileri tarafından sürekli ziyaret edildiğini, kazanın meydana gelmesinde davalı şirketin hiçbir kusurunun bulunmadığını, talep edilen tazminat miktarının çok yüksek olduğunu beyan ederek davanın reddi ile mahkeme masraflarının ve avukatlık ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında özetle, iş kazasının oluşumunda davacının % 10, davalı işverenin %90 oranında kusurlu olduğu, davacının dava konusu iş kazası nedeniyle %30,2 oranında sürekli iş göremezliğe girdiği kabulünden hareketle ” Davanın kısmen kabul, kısmen reddi ile
1) 370.485,44 TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 17.12.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
2) Takdiren 20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 17.12.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine,” şeklinde karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararına karşı taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkili lehine hükmedilen manevi tazminat miktarının düşük olduğunu belirterek kararı istinaf etmiştir.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle, ek raporda PMF yerine TRH tablosu kullanılmasının hatalı olduğunu hesap bilirkişi raporuna davacının itiraz etmediğini, müvekkili lehine usulü kazanılmış hak doğduğunu, müvekkili tarafından tüm iş güvenliği önlemlerinin alındığını, kazaya ilişkin kusur dağılımının hatalı olduğunu, hesaplanan tazminat miktarından tedavi ve ilaç masrafının rücu kapsamında mahsup edilmesi gerektiğini, aktif dönem hesabının net gelir üzerinden yapılması gerektiğini belirterek kararı istinaf etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile “…Somut olayda, davacının 17.12.2013 tarihinde işlenecek saç malzemelerinin üzerinde bulunduğu tekerlekli malzeme sehpasını işlemin yapılacağı makineye doğru yaklaştırması sırasında sehpanın iki tekerleğinin havaya kalkarak sac malzemelerinin davacının üzerine devrilmesi ile kazanın meydana geldiği ve davacının yaralandığı, kazanın oluşumunda davalı işverenin %90, davacının %10 oranında kusurlu olduğu, davacının kaza nedeni maluliyet oranının % 30,2 olduğu anlaşılmıştır.
Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunun kusur oranlarını belirtmek ve detaylı olarak gerekçelerini yazmak suretiyle tanzim edildiği, raporun dosya kapsamındaki diğer kusura ilişkin tespitlerle benzer olduğu, davacının olay nedeniyle duyduğu acıya karşılık mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının olayın oluş şekli, kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın derecesi, davacının yaşı, olay tarihi, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, 26.06.1966 gün ve 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının içeriği ve öngördüğü koşulların somut olayda gerçekleşme biçimi ile hak ve nesafet kuralları gözetildiğinde takdir edilen tazminat miktarının makul olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2021/1753 Esas, 2022/593 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere PMF 1931 bakiye ömür tablosu uygulamasından vazgeçildiği, TRH 2010 bakiye ömür tablosu uyarınca yapılan hesaplamalarda bir hata bulunmadığı anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar kapsamında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355 inci maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu, İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden kanuna aykırılık bulunmadığı kanaatine varılarak,…” gerekçesiyle taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlarını yineleyerek Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili temyiz dilekçesinde istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlarını yineleyerek Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık iş kazasından kaynaklanan maddi tazminat ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 371 inci maddesi, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 13, 16, 20 ve 21 inci maddeleri ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77 nci maddesi
3. Değerlendirme
A) Davalı vekilinin maddi tazminat alacağına ilişkin temyiz istemi yönünden;
Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışındaki sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Dosya kapsamından; mahkemece maddi zararın belirlenmesine dair 07.06.2021 tarihli kök hesap raporunun aldırıldığı iş bu raporda davacının bakiye ömür süresinin tespitinde PMF-1931 tablosunun esas alındığı, zararın 305.836,21 TL olarak belirlendiği, iş bu rapora davacı vekilince itiraz edilmediği, mahkemece davalı itirazlarının değerlendirilmesi ve TRH-2010 tablosunun dikkate alınması amacıyla ek rapor düzenlenmesi için bilirkişiye tevdi edildiği, 13.09.2021 tarihli ek raporda bu kez davacının bakiye ömür süresinin tespitinde TRH-2010 tablosunun esas alınması nedeniyle zararın daha fazla 370.485,44 olarak hesaplandığı, davacı vekilince akabinde anılan tutar üzerinden talep artırım dilekçesi sunulduğu ve Mahkemece davacının maddi zararının 370.485,44 TL olduğu tespiti ile talep edilen miktar üzerinden karar verildiği anlaşılmıştır.
6100 sayılı HMK’nın 266 ncı maddesine göre Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. (Değişik cümle: 3.11.2016-6754/49 md.) Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. (Ek cümle: 03.11.2016-6754/49 md.) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez. Aynı kanunun 281/1 inci maddesine göre “Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.(Ek cümle:22.07.2020-7251/24 md.) Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir düzenlemesi yer almaktadır.
Bilindiği üzere HMK’nın 30 uncu maddesi kapsamında düzenleme altına alınmış olan “Usul Ekonomisi” ilkesine göre de Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Aynı kanunun 26.maddesinde düzenlenen “Taleple Bağlılık” ilkesi kapsamında hakimin tarafların talepleri aşılarak karar veremeyeceği düzenleme altına alınmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2021 tarih ve 2018/10(21)-94 E- 2021/111 K sayılı ilamında da açıkça belirtildiği gibi ” Bir tarafın bilirkişi raporuna itiraz etmemesi ile diğer (bilirkişi raporuna itiraz eden) taraf lehine usulî kazanılmış hak doğar. Yani, bir taraf bilirkişi raporuna itiraz etmez, diğerinin itirazı üzerine yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılır ve ikinci bilirkişi raporu birinci rapora itiraz edenin daha da aleyhine olursa, ilk rapora itiraz etmeyen taraf bakımından ilk bilirkişi raporu kesinleştiğinden ve bununla diğer taraf lehine usulî kazanılmış hak doğduğundan, mahkemenin ilk bilirkişi raporuna göre karar vermesi gerekir (Kuru, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s. 2753)”
Her ne kadar dairemizce bakiye ömür tespitinde TRH-2010 adlı bakiye ömür tablosunun hesapta dikkate alınması kabul edilmekte ise de somut olayda davacı vekilinin aldırılan kök rapora itirazının bulunmadığı gözden kaçırılarak Mahkemece davalı vekili itirazlarını değerlendirmek suretiyle davacı kazalının bakiye ömür süresinin tespitinde resen TRH-2010 tablosunun uygulanmasına dair ara kararı gereğince düzenlenen ek raporun hükme dayanak kılınması ve bu suretle davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hak ihlal edilerek sonuca gidilmesi hatalı olmuştur.
O halde Mahkemece yapılacak iş davacı tarafça itiraza uğramayan 07.06.2021 tarihli kök raporda hesaplanan maddi tazminat miktarı dikkate alınarak karar vermekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.
B) Davacı vekilinin manevi tazminat alacağına ilişkin temyiz istemi yönünden ;
Gerek mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 47 ve gerekse iş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun’u 56 ncı maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene veya ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür.
Hakimin manevi zarar adı ile zarar görene veya ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir.
Manevi tazminat davalarında, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplardan çıkılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır.
Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir.(HGK 23.6.2004, 13/291-370)
Somut olayda, davacının davalı şirkette çalışırken gerçekleşen kazadan sonra 17.12.2013-07.01.2015 tarihleri arasında istirahatli kaldığı, kaza nedeniyle %30,2 oranında sürekli iş göremezliğe girdiği, hükme esas alınan kusur raporuna göre davalı işverenin % 90 oranında, davacının % 10 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar doğrultusunda davacının uğradığı sürekli iş göremezlik oranı, istirahat süresinin uzunluğu, davacının iş kazasının gerçekleşmesinde işverene göre kusurunun azlığı, iş kazasının davacıda meydana getirdiği şiddetli elem ve ızdırap kapsamında, hüküm altına alınan manevi tazminatın az miktarda olduğu anlaşılmaktadır.
Bu sebeple mahkemece yapılacak iş, davacının kaza nedeniyle açıklanan sebeplerle duyduğu şiddetli elem ve ızdırabı tazmin ile yeterli hakkaniyete uygun miktarda manevi tazminata hükmetmekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı ve davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve istinaf itirazlarının esastan reddine dair Bölge Adliye Mahkemesi kararı ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen karar bozulmalıdır.
KARAR:
Açıklanan sebeple;
Davalı vekilinin maddi tazminat alacağı ve davacı vekilinin manevi tazminat alacağı yönünden temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
19.09.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.