YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas No. Karar No. Tarihi: |
2017/21-2337 2019/1200 26.11.2019 |
İlgili Kanun /Madde
6098 S. TBK/51 |
||||
|
||||||
ÖZETİ İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür. İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir. İş kazası sonucu, tazminat oranının belirlenmesine esas malûliyet oranının tespiti, kısaca zararın tam olarak bilinmesi bir süreç alabilir. Zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. O hâlde böyle bir süreç nedeni ile maluliyet oranı tam kesinleşmeden tazminata karar verilmesi hâlinde, bu tazminat miktarı zarar gören tarafından temyiz edilmese bile gelişen durum nedeni ile maluliyet oranı daha sonra tam olarak belirlenmiş ve farklı bir oran ise önceki tazminat miktarı karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak teşkil etmeyecektir. Gelişen durum kavramı salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder (Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 10.06.2015 tarihli ve 2014/21-282 E.,2015/1548 K.; 01.03.2017 tarihli ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararları). Kısaca gelişen dunun devam ediyor ise önceki maluliyet oranı, iş kazasına uğrayan işçi yönünden bağlayıcı olmayacağı gibi bu maluliyet oranına göre verilen tazminat davası kesin hüküm de teşkil etmeyecektir. Zira dava konusu tazminatın miktan, maluliyet oranının değişmesi ile artmaktadır. Dolayısı ile dava konusu değişmektedir.
|
||||||
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kocaeli 1. îş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 17.06.2014 tarihli ve 2013/9 E., 2014/371 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 09.04.2015 tarihli ve 2014/25745 E., 2015/7802 K. sayılı kararı ile;
“… 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre; davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
2- Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının sürekli iş göremezlik oranının %100 olduğunun tespitine, 441.106,11 TL maddi, 100.000,00 TL manevi tazminatın davalı Soyak Toplu Konut AŞ'den alınarak davacıya verilmesine, davalı Mutlucan İnş. Paz. Tic Ltd. Şti. hakkında açılan dava atiye terk edildiğinden adı geçen davalı yönünden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Dosya kapsamından, davacının 2005 yılında asıl davayı açarak davalı şirketlerden müteselsilen maddi tazminat istediği, 2007 yılına gelindiğinde birinci birleşen davasını açarak sadece davalı Soyak Toplu Konut AŞ'den 180.000,00 TL manevi tazminat istediği, mahkemenin 15/07/2011 tarihli ilk kararında davalı Mutlucan İnş. Paz. Tic Ltd. Şti. hakkında açılan dava atiye terk edildiğinden adı geçen davalı yönünden hüküm kurulmasına yer olmadığına, davacının maddi zararının kurumca karşılandığından bahisle maddi tazminat isteminin reddine, 130.000,00 TL manevi tazminatın davalı Soyak Toplu Konut AŞ'den alınarak davacıya verilmesine karar verildiği, bahsedilen bu yerel mahkeme kararını davacı taraf ile davalı Soyak şirketinin temyiz ettiği, davacı temyizleri arasında hesap raporuna yönelik temyizin de bulunduğu, Dairemizin 12/11/2012 tarihli kararı ile davacının tüm, davalı Soyak şirketinin ise sair temyiz itirazları reddedilerek, yalnızca, davacı yararına hükmedilen manevi tazminatın fazla olduğundan bahilse yerel mahkeme kararının bozulduğu anlaşılmaktadır.
Bu aşamadan sonra davacı tarafın dairemiz kararında maddi hata olduğu iddiasıyla başvuruda bulunduğu fakat davacı talebinin dairemizce reddildiği, yerel mahkemenin dairemizin bozma ilamına uymasından sonra davacı taralın ikinci ve üçüncü birleşen davaları açarak, ikinci
birleşen dava ile davacının iş gücü kaybı zararının % 100 maluliyeti üzerinden hesaplanmasını ve 10.000,00 TL maddi tazminatın davalı Soyak şirketinden tahsilini, üçüncü birleşen davayla ise davacının sürekli işgöremezlik oranının %100 olduğunun ve sürekli iş göremezlik gelirinin %100 üzerinden yeniden hesaplanıp bağlanması gerektiğinin tespitini istediği, ancak yerel mahkemenin davacının maddi tazminat talepleri hakkında verilmiş olan 15/07/2011 tarihli hükmün artık kesinleşmiş olduğu, bu hükmün yalnızca manevi tazminat açısından bozulmasına karar verildiği gözden kaçırılarak davalı Soyak şirketi lehine oluşan usuli kazanılmış hakkı zedeleyecek şekilde fazla maddi tazminata hükmedildiği anlaşılmıştır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Bu açıklamalardan olarak somut olayda, davacının asıl dosyada talep ettiği maddi tazminat talebi hakkında verilen red kararı kesinleşmiş olduğundan yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, sonradan birleşen dosya ile dile getirilen maddi tazminat talebi açısından ise davanın reddine karar vermek gerekirken, 15/07/2011 tarihli hükmün maddi tazminata ilişkin kısmının kesinleşmiş olduğu gözden kaçırılıp davalı Soyak şirketi lehine oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı olarak, davacı lehine 441.106,11 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi doğru değildir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular' nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalı Kurum ve davalı Soyak şirketinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK) ve davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereğince direnme kararının temyiz incelemesinde duruşma yapılmayacağından davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekilinin duruşma talebinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketinde sıva ustası olarak çalışmaktayken 20.04.2004 tarihinde davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketine ait iş yerinde geçirdiği iş kazası nedeniyle sürekli iş göremez duruma geldiğini, iş kazasının davalıların kusurundan kaynaklandığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılar Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi ve Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketinden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili; 02.06.2009 tarihli duruşmada ise, maddi tazminat talebini atiye terk
ettiklerini belirterek manevi tazminat talebi bakımından karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen Mahkemenin 2007/459 Esas sırasında kayıtlı davada davacı vekili; müvekkilinin davalı iş yerinde çalışmaktayken 20.04.2004 tarihinde iş kazası geçirdiğini, %63 oranında malul olduğunu, Kocaeli 1. İş Mahkemesinin 2005/760 E. sayılı dosyasında 1.000,00TL maddi tazminat talep ettiklerini ve bu dosyada davalı alt işveren Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketine tebligat yapılamaması nedeniyle bu şirket bakımından davayı atiye terk ettiklerini, bu nedenle manevi tazminat talepli bu davayı asıl işveren Soyak Toplu Konut Anonim Şirketine karşı açtıklarını, davalı şirketin dava dışı Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketinin kusurundan da sorumlu olduğunu, müvekkilinin kaza tarihinde 31 yaşında olması, iş kazasından sonra ameliyatlarla hayata dönmesi, kaza sonrası %63 oranında malul olması, eşinin bakım ve gözetimi altında yaşamını sürdürebilmesi ve bu durumun kendisinde yaratacağı acı ve ızdırap dikkate alınarak 180.000,00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketinden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekili; iş kazasının oluşumunda müvekkilinin kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını, müvekkiline ait iş yerinde her türlü iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin eksiksiz alındığını, işçi dışında işverenliğe atfedilecek bir kusur varsa diğer davalıya ait olabileceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece 15.07.2011 tarihli ve 2005/760 E., 2011/609 K. sayılı ilk karar ile; davacının alt işveren Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketinin işçisi olarak asıl işveren Soyak Toplu Konut Anonim şirketine ait iş yerinde sıva ustası olarak çalışmaktayken 20.04.2004 tarihinde yüksekten düşmesi sonucu meydana gelen organik beyin sendromu arızası nedeni ile meslekte kazanma gücünü %100 oranında kaybettiği, kazanın meydana gelmesinde asıl işveren davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketinin %10, diğer davalı alt işveren Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketinin %60 oranında kusurlu olduğu, her iki işverenin müştereken ve müteselsilen sorumluluğunun bulunduğu, davacı kazadan önce sağlıklıyken beyin sendromu sebebi ile kendi başına işlerini yapamaz hâle geldiği, dosya içerisinde bulunan Ümraniye 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin ilamından da anlaşılacağı üzere davacının vesayet altına alındığı, ekonomik ve sosyal duruma ilişkin yapılan zabıta araştırması sonucunda davacının zihinsel engeli nedeni ile çalışamayacak durumda olduğunun tespit edildiği, kazanın meydana geldiği tarih ve davalının kusur oranları göz önünde bulundurulduğunda uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği, davacının hesaplanan maddi zararının Kurum tarafından bağlanan gelirlerin peşin sermaye değeri ile karşılandığı, her ne kadar davalılardan Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekili, kendileri ve diğer davalı hakkında maddi tazminat talebini atiye bırakılmasına itiraz etmiş ise de, bu itirazının kendileri yönünden usul hükümleri gereğince yerinde olduğu gerekçesiyle davalılardan Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi yönünden maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 130.000,00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketinden tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine, davalı Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketi yönünden açılan dava atiye terk edildiğinden bu davalı yönünden hüküm tesisine yer olmadığına karar verilmiştir.
Hükmün davacı ve davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece 12.11.2012 tarihli ve 2011/15146 E., 2012/19762 K. sayılı ilk bozma kararında; davacının tüm, davalının sair temyiz itirazlarının reddi ile hakimin takdir hakkını kullanırken ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özelliklerin göz önünde tutması gerektiği, olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği, bu ilkeler gözetildiğinde davacı yararına hükmedilen 130.000,00TL manevi tazminatın fazla olduğu, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazlarının kabul edilmesi ve daha uygun bir miktara hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Birleşen Mahkemenin 2013/100 Esas sırasında kayıtlı davada davacı vekili; müvekkilinin 20.04.2004 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucunda meydana gelen %100 maluliyet nedeniyle oluşan maddi zararın tazmini için Kocaeli 1. tş Mahkemesinde 2005/760 E., sayılı dosya ile açılan davada yaptırılan kusur incelemesinde alt işverenin %60, asıl işverenin %10, davacı işçinin %30 oranında kusurlu olduklarının belirlendiğini, Kocaeli 1. İş Mahkemesinin 2005/760 E., sayılı dosyasında 130.000,00TL manevi tazminata hükmedildiğini, kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesi tarafından manevi tazminatın fazla olması nedeniyle bozulduğunu, ış kazası nedeniyle müvekkilinin uğradığı maddi zararın tespitine ve kaza tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketinden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen Mahkemenin 2014/235 Esas sırasında kayıtlı davada davacı vekili; davalıların Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı olduğunu, davalı SGK tarafından davacının iş kazası nedeniyle oluşan iş görmezlik oranının %63 olarak belirlendiğini, davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekilinin müvekkilini ve SGK'yı hasım göstererek iş görmezlik raporuna itiraz etmek suretiyle maluliyet derecesinin belirlenmesi talebiyle açtıkları davanın Üsküdar 1. İş Mahkemesinin 2007/1043 E., 2008/168 K. sayılı kararı ile reddedildiğini, bu kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesi tarafından Adli Tıp Genel Kurulunca maluliyetin daha yüksek oranda saptandığının anlaşıldığı gerekçesiyle onandığını, davalı SGK'nın %100 iş görmezlik derecesine göre sürekli iş görmezlik geliri bağlanması talebini kabul etmediğini belirterek davacının ış gücü kaybı oranının %100 olduğunun ve iş gücü görmezlik gelirinin %100 işgücü kaybına göre yeniden hesaplanıp bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece bozma kararma uyularak verilen 17.06.2014 tarihli, 2013/9 E., 2014/371 K. sayılı direnmeye esas ikinci karar ile; Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 30.01.2009 ve Adli Tıp Genel Kurulunun 10.06.2010 tarihli raporları gereğince davacının yargılama süresince maluliyetinin artarak %100 olduğu, davacının 30.01.2009 tarihinde belirlenen %100 maluliyet oranı da dikkate alınarak maddi zararının tespit edilmesi gerektiği, bu hususta alman 04.11.2013 tarihli ek bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli olduğu, iş kazası neticesinde davacının çektiği acı, tek başına hayatını idame ettirecek durumda bulunmadığı, başkasının bakımına muhtaç durumda olduğu, kaza tarihi, tarafların ekonomik ve sosyal durumları gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde, uygun bir manevi tazminatın takdir edilmesi gerektiği kanaatinin oluştuğu gerekçesiyle birleştirilen 2014/235 E. sayılı dosya yönünden, davanın kabulü ile davacının maluliyet oranının %100 olduğunun tespitine, esas dava dosyası yönünden 441.106,11TL maddi tazminatın 30.01.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile 100.000,00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketinden tahsiline, davalılardan Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketi yönünden ise açılan dava atiye terk edildiğinden bu davalı yönünden hüküm tesisine yer olmadığına karar verilmiştir.
Davalılar Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; 2013/9 E. sayılı dosyaya ilişkin 17.06.2014 tarihli hükümde, davacının iş göremezlik derecesinin %100 olduğunun tespitine karar verildiği ve bu karara yönelik davalı temyiz sebeplerinin bozma nedeni yapılmayarak davacının iş göremezlik derecesinin %100 olduğu şeklindeki kabulün kesinleşmiş olduğu, bu durumda davacının iş göremezlik derecesinin %63 değil, %100 olduğunun Yargıtay 21. Hukuk Dairesi tarafından da kabul edildiği, 15.07.2011 tarihli kararın 12.11.2012 tarihinde bozulmasının ardından davacının değişen iş göremezlik derecesinin tespiti istemiyle 12.03.2014 tarihinde dava açtığı, değişen oran üzerinden maddi tazminatın tespit edilerek hüküm altına alınması isteğiyle de 11.03.2013 tarihinde dava açıldığı, iş göremezlik derecesinin değiştiğinin 17.06.2014 tarihli kararla kabul edildiği, bu kararın Yargıtay tarafından onandığı, iş göremezlik derecesinin artarak değişmiş olması durumunda artan miktar için ayrı bir dava açılabileceği, Kocaeli 3. İş Mahkemesinin emsal nitelikteki 2006/431 E. ve 2008/111 E. sayılı dosyalarında da kararlarının bu yönde olduğu ve bu kararların Yargıtay tarafından onandığı, bu nedenle artan ış göremezlik derecesine göre hesaplanan maddi tazminatın hüküm altına alınmasının yerinde bir karar olduğu, davacının meslekte kazanma gücünü yitirme oranının davalı Kurum tarafından %63 olarak belirlendiği ancak yapılan yargılama sonunda davacının iş göremezlik oranının %100 olduğunun tespit edildiği, olayın oluşumunda işverenlerin toplam %70 oranında kusurlu olduğunun anlaşıldığı, davacının bedeninde meydana gelen araz nedeniyle yaşaması muhtemel ruhsal sorunlar, yaşamının geri kalanını sakat bir insan olarak sürdürmek zorunda kalması, olay sırasında ve tedavi aşamasında yaşaması kaçınılmaz bedensel acı ve ruhsal sıkıntılar, kaza öncesinde son derece olağan gelen bedensel faaliyetlerinin bir bölümünü bundan sonra yapamayacak olmasının davacının iç dünyasında yarattığı çöküntü, tarafların ekonomik durumları, kusur oranları, olayın oluş şekli, yargılama süresi, olay tarihinden bu yana işleyecek yasal faiz oranları ve davacının iş göremezlik derecesi dikkate alınarak davanın kısmen kabul edilmesi gerektiği, davacının iş göremezlik derecesinin %100 olarak belirlenmiş olması nedeniyle işveren Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi ve Kurum aleyhine açılan tespit davasının kabul edilmesinin, davacının artan iş göremezlik derecesi göz önünde bulundurularak belirlenen maddi zararı ile bakıcı giderinin hüküm altına alınmasının ve artan iş göremezlik derecesine göre hesaplanan maddi tazminatın hüküm altına alınmasının yerinde bir karar olması nedeniyle bozma ilamına direnilmesi gerektiği gerekçesiyle davacının davalı Kurum ve Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi aleyhine 12.03.2014 tarihinde açtığı iş görmezlik derecesinin tespiti davasının kabulüne, davacının davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi aleyhine açtığı maddi ve manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 441.106,11TL maddi tazminatın 30.01.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile, 100.000,00TL manevi tazminatın 20.04.2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketinden tahsiline, davacının davalı Mutlucan İnşaat Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketi aleyhine açtığı davayı geri almış olması nedeniyle davacının esası hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme kararını davalılar Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi vekilleri temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından mahkemece verilen 15.07.2011 tarihli ilk kararın maddi tazminata ilişkin kısmının kesinleşip kesinleşmediği, davalı Soyak Toplu Konut Anonim Şirketi lehine usulü kazanılmış hak oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü yönünden kazanılmış hak kavramı üzerinde durmak gereklidir. Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir. Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararma uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozma kararma uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre
Yargıtay’ın bozma kararma uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğerki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararma uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.
Gerçekten mahkemenin doğru bularak uyduğu veyahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararma uvoım karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar (09.05.1960 tarihli 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 tarihli ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 tarihli ve 2010/9-71 E., 2010/87 K.; 25.01.2017 tarihli ve 2015/9-463 E., 2017/137 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YÎBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle hizmet sözleşmesi ve işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun niteliği üzerinde durmakta yarar vardır.
İlk olarak belirtilmelidir ki işçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de yürürlükten kalkan 1475 sayılı İşKanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafin (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafin (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan söz