İlgili Kanun / Madde
5510 S. SSGSK/19
T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No. 2022/10-966
Karar No. 2023/139
Tarihi: 01.03.2023
MECBURİ DAVA ARKADAŞLIĞI
HUKUKİ YARAR
MESLEKTE KAZANMA KAYIP ORANI
İŞ KAZASI GEÇİREN İŞÇİNİN KURUMCA KABUL EDİLMİŞ OLSA DAHİ MESLEKTE KAYIP ORANINI TESPİTTE HUKUKİ YARARININ BULUNDUĞU
ÖZETİ: Dava konusu olan hak birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hâllerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hâllerde bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır.
Öte yandan bu hukuksal yararın, hukuki ve meşru, doğrudan ve kişisel, doğmuş ve güncel olması gerekir (Hanağası, s. 135).
Hukuki yarar dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır.
Öte yandan sigortalının iş kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle uğradığı meslekte kazanma gücü kayıp oranının tespitini talep etmekte hukuki yararı bulunduğu açıktır. Şöyle ki; sigortalının iş kazası veya meslek hastalığından dolayı meslekte kazanma gücünü %10’dan daha az kaybetmesi hâlinde sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanması mümkün değil ise de değişik işverenler yanında ve değişik zamanlarda uğradığı iş kazalarının her birinde %10’un altında iş göremezliğe uğraması durumunda dahi eğer toplam iş göremezlik oranı %10 veya üstüne çıkmış ise sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanması mümkün olacaktır. Ayrıca sigortalının işverenine karşı açacağı tazminat davası yönünden de iş göremezlik derecesini tespit ettirmesi hüküm altına alınacak tazminatların miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle önem arz etmektedir (YHGK, 2017/10(21)-2228 E., 2021/1067 K.).
Belirtmek gerekir ki, iş kazasından dolayı tazminat davası açılabilecek olması sürekli iş göremezlik oranının ayrı bir dava ile tespitinin talep edilmesine engel değildir. Böyle bir dava açmakta davacının hukuki yararı bulunduğu kabul edilmelidir. Zira tazminat davasındaki tespit o davada Kurumun davalı olmaması nedeniyle onun yönünden bağlayıcı olmayacağından ayrıca açılacak tespit davası ile Kurumu da bağlayacak ve kesin hüküm tesiri olan bir tespit hükmü elde edilmesi Kurum tarafından yapılacak veya ileride yapılması muhtemel sosyal sigorta yardımlarının belirlenmesinde dikkate alınmasını sağlayacaktır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacının Adli Tıp İkinci Üst Kurulu tarafından belirlenen meslekte kazanma gücü kaybı oranının düzeltilmesi talebinin davalı Kurum tarafından kabul edilmemesi üzerine dava açıldığından talep aynı zamanda Kurum işleminin iptali istemini de içermektedir. Davacının meslekte kazanma gücünü %10’dan daha az kaybetmesi hâlinde sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanması mümkün değil ise de değişik işverenler yanında ve değişik zamanlarda uğradığı iş kazalarının her birinde %10’un altında sürekli iş göremezliğe uğraması durumunda toplam sürekli iş göremezlik oranı %10 veya üstüne çıkmış ise sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı ve tazminat davası yönünden de iş göremezlik oranını tespit ettirmesinin hüküm altına alınacak tazminatların miktarını doğrudan etkileyeceği gözetildiğinde davacının dava açmakta hukuki yararının bulunduğu açıktır.
DAVA: Taraflar arasındaki tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı şirket vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin davalı işveren nezdinde çalışırken 24.02.2010 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebiyle İzmir 11. İş Mahkemesinin 2014/550 Esasına kayden dava açtıklarını, davalı Kurum tarafından müvekkilinin sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak tespit edildiğini, itiraz üzerine Yüksek Sağlık Kurulunun 11.02.2015 tarihli kararı ile bu oranın %0 olduğuna ve maluliyetinin gerekmediğine karar verildiğini, daha sonra Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 28.12.2016 tarihli raporunda sürekli iş göremezlik oranının %5; Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporunda ise %4 olarak belirlendiğini, meslekte kazanma gücü kaybı oranının %4 olarak düzeltilmesi için Kuruma yapılan başvuruya cevap verilmediğini ileri sürerek müvekkilinin meslekte kazanma gücü kaybı oranının Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporu doğrultusunda %4 olarak tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1.Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) vekili; meslekte kazanma gücü kaybının %10’un altında olduğunun tespiti hâlinde müvekkili Kuruma yüklenen herhangi bir sorumluluk bulunmadığını ve davanın müvekkili Kurum yönünden reddi gerektiğini savunmuştur.
2. Davalı Siba Endüstri Tesisleri İmalat Montaj Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (işveren/şirket) vekili; davacının davayı açmadan önce Kuruma başvuru yapıp yapmadığının resen dikkate alınması ve iş kazasından dolayı maddi ve manevi tazminat davası açıldığından bu davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 30.12.2019 tarihli ve 2018/543 Esas, 2019/228 Karar sayılı kararı ile İzmir 11. İş Mahkemesinin 2014/550 Esasına kayden açılan iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasında yapılan yargılamada Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun kararı ile davacının 24.02.2010 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle maluliyetinin gerekmediğine; Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 28.12.2016 tarihli raporunda %5 oranında; raporlar arasındaki çelişki nedeniyle alınan Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporunda %4 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağına karar verildiği, sigortalının iş kazasına bağlı meslekte kazanma güç kaybı oranının belirlenmesi amacıyla geçerli mevzuat ve konuya ilişkin prosedür gereğince tüm inceleme ve araştırmaların yerine getirildiği, 5510 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği iş göremezlik oranının %10'un altında olması nedeniyle sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanılması mümkün olmadığından bu oranın altındaki bir tespit Kurumun kısa vadeli sigorta kolları kapsamındaki yasal yükümlülükleri üzerinde değişiklik yaratmayacağından davalı Kurumun yargılama gideri ve vekâlet ücretinden sorumlu tutulmayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının 24.02.2010 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle oluşan meslekte kazanma gücü kaybı oranının %4 olarak tespitine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı şirket vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 05.06.2020 tarihli ve2020/451 Esas, 2020/790 Karar sayılı kararı ile davalı şirket aleyhine iş kazasından kaynaklanan tazminat istemiyle açılan davanın yargılamasının yapıldığı İzmir 11. İş Mahkemesinin 2014/550 Esas sayılı dosyasında 11.10.2018 tarihli duruşmadaki ara karar uyarınca sürekli iş göremezlik oranının tespitine yönelik eldeki davanın açıldığı, tazminat dosyasında yapılan yargılama sırasında davacının Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 28.12.2016 tarihli raporu ile %5; Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporunda %4 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiğinin bildirildiği, Ankara Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Bölge Sağlık Kurulu tarafından davacının sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak belirlendiği yine 11.02.2015 tarihli Yüksek Sağlık Kurulu kararında da davacının maluliyetinin gerekmediğine oy birliği ile karar verildiği, 5510 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği %10 oranını bulmayan iş göremezlik oranının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanılması olanağı doğurmadığı yönü gözetildiğinde bu oranın altındaki tespitin Kurumun kısa vadeli sigorta kolları kapsamındaki yasal yükümlülükleri üzerinde değişiklik yaratma olasılığı bulunmadığı, İzmir 11. İş Mahkemesinin 2014/550 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılamada Hukuk Genel Kurulunun 05.11.2014 tarihli ve 2013/10-1146 E., 2014/845 K. sayılı kararı uyarınca Adli Tıp İkinci Üst Kurulu tarafından alınan rapor ile sürekli iş göremezlik oranı anılan yargılamada davacı ve davalı şirket yönünden kesinleştiğinden, davacının sürekli iş göremezlik oranının tespiti davasını açmakta hukuki yararının bulunmadığı, dava açılmasına İzmir 11. İş Mahkemesinin 2014/550 Esas sayılı dosyasında alınan ara karar neden olduğundan ilk derece yargılamasındaki yargılama giderlerinden davacının sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"…Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2011/10-642 E., 2012/38 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır. Bu çıkarının da karar verilene kadar sürmesi gerekir.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
Hukuk Genel Kurulu’nun 24/06/1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30/05/2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır.
01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması "Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.
Davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.
Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Hanağası, Emel: a.g.e., s.133 vd).
Davalı şirkete ait işyerinde iş kazası geçiren davacı Ramazan Günses’in meslekte kazanma gücü kaybı oranının tespitinin istendiği eldeki davada, Kurumca davacının sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak belirlendiği, 11/02/2015 tarihli Yüksek Sağlık Kurulu’nca maluliyetin gerekmediğine karar verildiği, 28/12/2016 tarihli Adli Tıp Üçüncü İhtisas Dairesi tarafından davacının maluliyetinin %5 olarak belirlendiği ve en son olarak 01/02/2018 tarihli Adli Tıp İkinci Üst Kurulu tarafından ise maluliyetin %4 olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacının Kurumca tespit edilen ve itiraz üzerine prosedür takip edilerek Adli Tıp Kurumunun ilgili ihtisas dairesinden ve İkinci Üst Kurulu’ ndan alınan raporlarına göre belirlenen % 4 oranı üzerinden, meslekte kazanma gücü kaybı oranının % 4 olarak tespitine hükmedildiği, buna karşılık Bölge Adliye Mahkemesince, İzmir 11. İş Mahkemesinin 2014/550 Esas sayılı dosyasından yapılan yargılamada davacı ve davalı Siba Endüstri Tesisleri İmalat Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden kesinleştiğinden, davacının eldeki sürekli iş göremezlik oranının tespiti davasını davalı Kurum ve davalı işveren şirket aleyhine açmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın hukuki yarar yokluğuna ilişkin dava şartı yokluğundan usulden reddine dair hüküm tesis edilmiştir.
Davacı Ramazan Günses’in açtığı tazminat dosyasının bulunduğu anlaşılmakla tazminat dosyası yönünden, maluliyetin %0’dan %4 oranına artmasının hesaplanacak tazminat yönünden etkisi olduğu düşünüldüğünde davacının davayı açmakta hukuki yararının bulunduğu belirgindir. Bölge Adliye Mahkemesince bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın, karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen karar bozulmalıdır…." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; dava sürekli iş göremezlik oranının tespiti istemine ilişkin olmayıp meslekte kazanma gücü kaybı oranının Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporu uyarınca %4 olduğu, dava dilekçesindeki istemin başından itibaren sosyal güvenlik hukuku alanında bir sonuç elde etmeye yönelik olmadığı, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında esas alınacak ve tazmin sorumluluk sınırlarını belirlemede etkili olacak bir unsurun Kurumun da taraf olduğu bir davada tartışılmasının hukuki bir dayanağı bulunmadığı ve usul ekonomisi ilkesi de gözetilerek tazminat davası kapsamında çözümü yerine ayrı bir davaya konu edilmesinin iş kazasından kaynaklanan tazminat hakkına ulaşımı geciktirme ve zamanaşımı def'i gibi nedenlerle imkânsızlaştırmaya sebep olacağı, %10'un üzerinde olduğu iddia edilmeyen sürekli iş göremezlik oranındaki değişimin tazminat hesabında etkisi bulunduğu için sosyal güvenlik hukuku kapsamında dava konusu edilmesinde hukuki yararın bulunduğu kabul edilecek olursa tazminata esas ücret ve giderek tazminat tutarının dahi Sosyal Güvenlik Kurumuna da husumet yöneltmek suretiyle ayrı bir davaya konu edilmesinde hukuki yararın varlığını kabul etmek gerekeceği, davacının eldeki davayı açmak konusunda bir hukuki korunma ihtiyacı içerisinde olmadığı, buna zorlandığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmişse de müvekkilinin sürekli iş göremezlik oranının %4 olduğunun Adli Tıp İkinci Üst Kurulu tarafından düzenlenen rapor ile sabit olduğunu kararın bu nedenle bozulması gerektiğini ileri sürmüştür.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında sürekli iş göremezlik (meslekte kazanma gücü kaybı) oranının Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunca %0 olarak belirlenmesi üzerine Adli Tıp 3. İhtisas Kurulundan alınan 28.12.2016 tarihli raporda bu oranın %5 ve çelişkinin giderilmesi amacıyla alınan Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporunda ise %4 olduğu belirlenen davacının Adli Tıp İkinci Üst Kurulunun 01.02.2018 tarihli raporu uyarınca sürekli iş göremezlik oranının %4 olarak tespiti istemli eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 59, 60 ve 114 üncü maddeleri ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 19 uncu maddesi.
2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 59 uncu maddesi şöyledir:
"Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır."
3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114 üncü maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Dava şartları şunlardır:
….
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması."
4. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 19 uncu maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
" (Değişik birinci fıkra: 17/4/2008-5754/12 md.) İş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve engellilik nedeniyle Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum Sağlık Kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır."
2. Değerlendirme
1. Öncelikle mecburi dava arkadaşlığı üzerinde durulmalıdır.
2. Bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuki bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır. Dava arkadaşlığı zorunlu ve ihtiyari olmak üzere iki ana başlık altında; zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir.
3. Dava konusu olan hak birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hâllerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hâllerde bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.
4. Bazı durumlarda ise birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı hâlde kanun gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.
5. Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı hâlleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Kanun'un 59 uncu maddesinde açıkça sayılan dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması hâllerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.
6. Gelinen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için hukuki yarar kavramına kısaca değinilmelidir.
7. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
8. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
9. Öte yandan bu hukuksal yararın, hukuki ve meşru, doğrudan ve kişisel, doğmuş ve güncel olması gerekir (Hanağası, s. 135).
10.Hukuki yarar dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır.
11. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un “Dava şartları” başlıklı 114 üncü maddesinin gerekçesinde de "…Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir…" yönünde açıklamalara yer verilmiştir.
12. Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
13. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Hakan Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, C.II, Onbeşinci Baskı, İstanbul 2017, s. 946-949).
14. Bu aşamada hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
15. Bilindiği üzere mahkemeden istenen hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır. Eda davalarında bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken inşai (yenilik doğuran) davalar ile var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
16. Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
17. Eda davalarında, hak ihlal edilmedikçe hakkın hukuken himayesini istemek mümkün değildir. Ancak bu durum tespit davaları için yumuşatılmış, davacının hukuki durumunu belirginleştirmekteki menfaatiyle özdeşleştirilmiştir. Kişi, içinde bulunduğu hukuki durumdan kaygı, güvensizlik ve endişe duyduğunda tespit davası açabilmelidir. Tespit davasının işlevi karmaşık uyuşmazlıkların ortaya çıkmasını engellemek, hakların yararlanılmasında istikrarı sağlamak olarak ifade edilebilir.
18. Bununla birlikte tespit davalarının kötüye kullanılmasının engellenmesi ve bu davaların kabule şayan olabilmesi için iddia edilen tehlikenin ciddi ve davacının hukuki durumuna zarar verecek nitelikte güncel olması da gereklidir. Tespit davası bakımından hukuki yararın bulunup bulunmadığı değerlendirilirken üç şartın birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır:
19. Bunlardan ilki; davacının bir hakkı veya hukuki durumu, güncel (hâlihazır) bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalıdır. Söz konusu tehdidin genellikle davalıya ait beyanların yahut davranışların sonucu olduğu kabul edilmektedir. Aynı zamanda davacıya yönelen tehdidin barındırdığı tehlike güncel bir nitelik taşımalıdır.
20. İkincisi; bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi tespit davasına hukuki ilişkilerde yaşanan kaygı, güvensizlik ve endişe durumlarında başvurulmalıdır. Belirtmek gerekir ki, davacının hukuki durumuna ilişkin her türlü tehdit değil ancak zarara yol açacağına kanaat getirilen bir tehdit sebebiyle tespit davası açılabilir.
21. Üçüncüsü ise; yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen (icraya konulamayan) tespit hükmü, bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. Tespit davası neticesinde verilen hükümler, kesin hük