Yargı Kararları

YAŞLILIK AYLIĞI

SAYILAR

Esas No : 2020/4476
Karar No : 2021/5622
Tarihi : 20.04.2021
İlgili Kanun/Madde : 506 S. SSK/60
Yargı Yeri: T.C. YARGITAY 10. Hukuk Dairesi

Ek Başlıklar : l YAŞLILIK AYLIĞI İÇİN BAŞVURU TARİHİNDE GEREKLİ PRİM GÜN SAYISINI DOLDURMAMIŞ OLMA l YAŞLILIK AYLIĞININ KESİLECEĞİ

Tam Metin

İlgili Kanun / Madde
506 S. SSK/60

T.C
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ

Esas No. 2020/4476
Karar No. 2021/5622
Tarihi: 20.04.2021

YAŞLILIK AYLIĞI İÇİN BAŞVURU TARİHİNDE GEREKLİ PRİM GÜN SAYISINI DOLDURMAMIŞ OLMA
YAŞLILIK AYLIĞININ KESİLECEĞİ

ÖZETİ: Eldeki davada, davacının 506 sayılı Kanunun 60. maddesi uyarınca, tahsis talep tarihinde primi ödenmiş gün sayısı koşulunu sağlayamadığı ortadadır. Öte yandan, teslim ettiği ürün bedellerinden yapılan prim tevkifatına istinaden 01.07.1995-31.12.1996 tarihleri arasında 2926 sayılı yasaya tabi 540 gün zorunlu tarım Bağ-Kur sigortalılığı olan davacı, anılan sürelere ilişkin sigortalılık prim borcunu 23.02.2017 tarihinde ödemiş ise de, 02.03.2007 tarihli ilk tahsis talep tarihi itibariyle, primi ödenmemiş olan bu süreler yaşlılık aylığının değerlendirilmesinde dikkate alınamaz.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, davacının yaşlılık aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali isteminin reddi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

DAVA: Dava, yaşlılık aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali ile aylığın yeniden bağlanmasına, kesilen aylıklarının faiziyle iadesine ve Kuruma borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı, davalı Kurum vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
 Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen kararın, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Betül Sönmez tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili, 01.04.2007 tarihinden itibaren kısmi yaşlılık aylığı alan davacının, 1990-1991 yıllarına ait çalışmaların başka bir sigortalıya ait olduğunun tespit edilmesi üzerine aylığının durdurulduğunu, 9 yıl 9 ay boyunca aylık ödendiğini, hileli bir işlem veya sahte çalışmanın söz konusu olmadığını, Kurumun görevini ihmal ettiğini ileri sürerek, yaşlılık aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali ile aylığın yeniden bağlanmasına, tahakkuk ettirilecek yaşlılık aylıklarının faiziyle tahsiline ve davacının kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
II-CEVAP
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
 Mahkemece, “Davanın kabulü ile, davacının 01/04/2007 tarihinden geçerli bağlanmış olan yaşlılık aylığının iptaline ilişkin kurum işleminin iptaline, sağlık harcamalarının ödendiği anlaşılmakla, bu talep konusuz kaldığından, karar verilmesine yer olmadığına ” karar verilmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
 Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleri ile dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ
 Davalı vekili, 01.04.2007 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanan davacının, 1990-1991 yılları arasındaki çalışmalarının başka bir İsmail Koca'ya ait olduğunun tespit edildiğini, 3600 prim ödeme koşulunu sağlayamadığından bahisle aylığının iptaline karar verildiğini, Kurum işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek, kararın temyiz incelemesi sonucu bozulmasını istemiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME
Davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 60 ve geçici 81’inci maddelerinde yaşlılık aylığından yararlanmak için; kural olarak maddede belirlenen yaşa ulaşmış olmak, belirli bir süre prim ödemek, işten ayrılmak ve talepte bulunmak koşulları öngörülmüştür.

Diğer taraftan yaşlılık aylığı tahsisinde esas alınan 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılık süreleri yönünden, 2829 sayılı Kanunun 7. maddesinin 1. fıkrasının “4 üncü maddede belirtilen hizmet süreleri toplamına; itibari hizmet süreleri ile prim ödenmemiş süreler katılmaz.” hükmü mevcuttur.
Dosyanın incelenmesinde, 01.03.1952 doğumlu davacıya 02.03.2007 tarihli tahsis talebine istinaden, 600 gün askerlik borçlanması, 27.07.1968-31.01.1991 arası 4/a, 01.08.1998-31.12.2005 arası 4/b isteğe bağlı sigortalılığı olmak üzere toplam 3619 prim günü üzerinden 506 sayılı yasanın 81/A maddesi gereğince yaşlılık aylığı bağlandığı, Kurum içi yapılan inceleme neticesinde, yaşlılık aylığı bağlama işlemi sırasında esas alınan ve 323102 sicil numaralı işyerine ait 15.05.1990 tarihli 80 gün ve 1991 tarihli 15 gün fiili çalışmanın başka bir İsmail Koca'ya ait olduğunun tespit edildiği, bu sürelerin ait olduğu kişiye aktarımı ile davacının tahsis talep tarihi itibariyle 3600 gün prim ödeme şartını taşımadığının anlaşılması üzerine aylığın iptali ile yersiz ödenen aylıklar ve sağlık giderleri yönünden borç tahakkuk ettirildiği, davacının 29.12.2016 tarihli ikinci tahsis talebine istinaden 01.03.2017 tarihinden itibaren yeniden aylık bağlandığı, bağlanan aylıktan 2017/Mart-2018/Şubat arasında sağlık giderlerinin kesildiği, yargılama devam ederken davacının Kuruma başvurduğu, Kurum cevabi yazısına göre, davacının 2018/9 nolu genelgedeki şartları taşımadığı ve 5510 sayılı yasanın 96/b maddesi kapsamında yapılan yeniden değerlendirme sonucu yersiz ödeme tutarının 63.943,19 TL olduğunun bildirilmesi üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda, mahkemece davacının 02.03.2007 tarihli ilk tahsis talebi itibariyle eksik gün sayısının çok kısa bir süreye ilişkin olduğu ve bu durumun Kurum tarafından yıllar sonra fark edilmesinin iyi niyet ilkesi ve Anayasal hak olan sosyal güvenlik hakkı ile bağdaşmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bu sonuca hatalı değerlendirme neticesi ile varılmıştır.
Eldeki davada, davacının 506 sayılı Kanunun 60. maddesi uyarınca, tahsis talep tarihinde primi ödenmiş gün sayısı koşulunu sağlayamadığı ortadadır. Öte yandan, teslim ettiği ürün bedellerinden yapılan prim tevkifatına istinaden 01.07.1995-31.12.1996 tarihleri arasında 2926 sayılı yasaya tabi 540 gün zorunlu tarım Bağ-Kur sigortalılığı olan davacı, anılan sürelere ilişkin sigortalılık prim borcunu 23.02.2017 tarihinde ödemiş ise de, 02.03.2007 tarihli ilk tahsis talep tarihi itibariyle, primi ödenmemiş olan bu süreler yaşlılık aylığının değerlendirilmesinde dikkate alınamaz.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, davacının yaşlılık aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali isteminin reddi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
 SONUÇ: Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararının HMK'nın 373/1 maddesi gereğince kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Üye Bektaş Kar'ın muhalefetine karşı, Başkan Mustafa Taş, Üyeler Mesut Balcı, Yılmaz Akıncı ve Kemal Güngör'ün oyları ve oyçokluğuyla 20.04.2021 gününde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
1.Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık “02.03.2007 tarihinde tahsis talebinde bulunarak aylık almaya başlayan sigortalının 19.12.2016 tarihinde Kurum işlemi ile 15..05.1990-31.01.1991 tarihleri arasında 95 gün hizmetinin başka sigortalıya ait olması nedeni ile aylık ödemesinin durdurulması ve yersiz ödenen aylıkların tahsiline ilişkin işlem nedeni ile davacı sigortalının yaşlılık aylığına hak kazanma şartlarını yitirip yitirmediği ve buna bağlı olarak borçlu olup olmadığı” noktasında toplanmaktadır.
2.İlk Derece Mahkemesinin 02.03.2007 tahsis talep tarihi itibari ile eksik gün sayısının çok kısa bir süreye ilişkin olduğu ve bu durumun Kurum tarafından yıllar sonra fark edilmesinin iyi niyet ilkesi ve Anayasal hak olan sosyal güvenlik hakkı ile bağdaşmadığı gerekçesi ile davanın kabulü yönündeki kararının istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş tir.
3.Kararın temyizi üzerine ise çoğunluk görüşü ile davacının 01.07.1995-31.12.1996 tarihleri arası tarım bağkurluluğu borcunu 23.02.2017 tarihinde ödediği ve 2007 tahsis talep tarihinde borcu bulunması nedeni ile bu sürenin yaşlılık aylığında dikkate alınmayacağı, davanın reddi gerektiği gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.
4.4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.
5.Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır(Dural, M./Sarı, S.: Türk Özel Hukuku, 6. Baskı, İstanbul 2011, s. 226-227).

6.Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuslu, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekalı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
7.TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural / Sarı, s. 225).
8.TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural / Sarı, s. 225).
9.Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/I. maddesi herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü TMK'ye göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
10. Bunun yanında aynı Kanun’un “İyiniyet” başlıklı 3. maddesinde de:
“Kanunun iyi niyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.
11.İyi niyet kavramına, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu'nun değişik maddelerinde yer verilmiş olmakla beraber, bu hükümlerin hiçbirinde iyi niyetin tam bir tanımı yapılmış değildir. Ancak TMK’nın 3. ve 1024. maddeleri başta olmak üzere, yasal hükümlerin içeriğinden hareketle, iyi niyetin genel bir tanımının yapılması mümkündür. Buna göre iyi niyet, bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmemek ve hâlin gerektirdiği özen gösterilse dahi bilecek durumda olmamaktır. İyi niyetin tersi olan kavramı kötü niyet oluşturur. Kötü niyet de, bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmek veya hâlin gerektirdiği özen gösterildiğinde bilebilecek durumda olmak şeklinde tanımlanabilir.
12.Bu tanımlar ve tanımların dayandığı kanun hükümleri dikkate alındığında, iyi niyet ve kötü niyet; belirli bir olay veya olguya ilişkin olarak, bir kişinin bilgisine ve inancına yönelik yapılan bir değerlendirmeyi ifade etmektedir. Bu değerlendirme sonucuna göre bir kişinin belirli bir durum karşısında iyi niyetli veya kötü niyetli olduğundan söz edilmektedir. Bu açıdan, iyi niyet kişiye özel olup, subjektif bir nitelik taşır. Bununla beraber, günlük hayatta ve bazı kararlarda iyi niyetli olma, kötü niyetli olma bir davranış şekli olarak ele alınmakta; kişilerin iyi niyetli veya kötü niyetli hareket ettiğinden bahsedilmektedir. Bu şekilde kullanımın, Medeni Kanunda iyi niyet ve kötü niyet kavramlarına verilen anlama uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bununla beraber bu tarz bir kullanımda, yürürlükten kalkan 743 sayılı Medeni Kanun'un “herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsniniyet kaidelerine riayetle mükelleftir” şeklindeki 2. maddesinin de etkisi vardır. Halbuki hakların kullanılması ve borçların ifasında geçerli davranış kuralları, herkes yönünden uygulanacağından, objektif bir nitelik taşımaktadır. Bu gerçeği göz önünde bulunduran TMK'nın 2. maddesinde herkesin “haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda” olduğu belirtilmiş, söz konusu davranış kurallarını, dürüstlük kuralı kavramı ile ifade etmiştir. Her ne kadar farklı kavramlar olsalar da, dürüstlük kuralı ve iyi niyetin temelinde namuslu, doğru ve dürüst davranma kuralı yer alır (Dural/ Sarı, s. 218-219).
13.Ancak TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı, aynı Kanun'un 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet ile birebir aynı niteliği de taşımamaktadır. TMK'nın 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet “hakların kazanılması” ile ilgili olduğu hâlde, Kanun'un 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur.
 14.İyi niyet, anılan Kanun'un 3. maddesinde ifade edildiği üzere hakların kazanılmasında kazanmaya engel bir durumu bilmemek ve bilmesi gerekmemektir. İyi niyette objektif olarak haksız bir davranış vardır, fakat haksızlık yaptığı bilinci bulunmadığı için hukuk düzeni, bu iyi niyeti korumaktadır. Bu sebeple kanunda belirtilen hâllerde hak kazanan şahsın olumsuz durumu, elverişsiz durumu kaldırılmakta, bertaraf edilmekte, onun hakkı kazanması sağlanmaktadır. Yanlış bir durum doğduğu hâlde, Kanunun 2. maddesinde ifadesini bulan güvenin korunması düşüncesi ile iyi niyetin korunması gerekmektedir. Başka bir deyişle, iyi niyetin korunması, temelindeki dürüstlük kuralı gereği olan güvenin korunmasına dayalıdır. Mesela emin sıfatı ile zilyetten bir menkulün mülkiyetinin kazanılmasında, devredenin tasarruf yetkisine sahip olmadığını bilmeme (yani iyi niyetli olma) başka deyişle tasarruf yetkisinin varlığına güvenme korunmaktadır. İşte bu güveni koruma, dürüstlük kuralı temeline dayanmaktadır. Ancak işaret etmek gerekir ki, bu yakınlık iki kurum arasında dürüstlük kuralı ile iyi niyet arasında mevcut farklılığı ortadan kaldırmaz. Dürüstlük kuralı ahlâki temele dayalı, orta vasıfta, makul ve dürüst bir insanın davranışını göstermektedir. İyi niyet ise sadece bir hakkın veya hukuki durumun kazanılmasına engel olabilecek bir durumu bilmemek ve bilmesi gerekmemektir (Akyol, Ş., Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 1995, s. 10-11).
15.Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanunun korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.
16.Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlâk ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulana gelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
17.Diğer yandan, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken; o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, bir kimsenin kendi ahlâka aykırı davranışına dayanmaması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler(Oğuzman, M. K.: Medeni Hukuk-Temel Kavramlar, 5. B, İstanbul 1985, s. 154 vd).                                      
18.Bütün hakların kullanılmasında ve borçların ifasında uyulması gereken dürüstlük kuralı ve hakların genel sınırlarını oluşturan hakkın kötüye kullanılması yasağı, kamu düzeni ihtiyaç ve gerekleri nedeniyle konulmuş kurallardır. Bu nedenle, Kanunun 2. maddesinin her iki fıkrası da emredici niteliktedir. Tarafların aralarındaki ilişkide dürüstlük kuralının ve hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanmayacağının kararlaştırmaları mümkün değildir. Dürüstlük kuralına veya hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı bir davranış, doğrudan hakkın mevcudiyetini ortadan kaldırdığından bir itiraz teşkil eder. Bu nedenle, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden hâkim, dürüstlük kuralına aykırı, hakkın kötüye kullanılması oluşturan davranışı tespit ediyorsa, ilgili tarafından ileri sürülmemiş olsa bile, kendiliğinden (resen) bunu dikkate almalıdır (Dural / Sarı, s. 243-244, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 14.02.1951 tarihli ve 17/1, Hukuk Genel Kurulunun 21.10.1983 tarihli ve 1981/1-30 E., 1983/1000 K. sayılı kararları).
19.Güven teorisi, her iki tarafın menfaatleri arasında denge kurmayı amaçlar ve kaynağını dürüstlük kuralından alır. Kendine özgü mahiyet arz eden güven sorumluluğu bir kişinin veya kuruluşun davranışlarıyla başkalarında yarattığı haklı beklentiler nedeniyle oluşan güven ilişkisinden kaynaklanır. Temeli Alman Borçlar Kanunu’nda yer alan, borçlar hukuku mevzuatımızda düzenlemesi bulunmamakla birlikte gerek Türk hukukunda gerekse İsviçre hukukunda kendisine uygulama yeri bulan bu teori bir kimsenin kendi yarattığı dış görünüşün meydana getirdiği sonuçlara kendisinin katlanmasının gerekliliği, aksi yönde bir düşüncenin iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil edeceği kabulüne dayanır. Bu kapsamda yorum sırasında güven teorisinin uygulanması TMK'nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesinin gereğidir. Kanunun getirdiği güvenin korunmasına ilişkin hükümler yanında, tarafların sözlü veya yazılı davranışları bu güven ortamını sağlayabilir. Sağlanan güvenin, güven sorumluluğu kapsamında, hukuken korunması gerekir. Güven sorumluluğunda taraflar birbirlerinden bekledikleri güveni boşa çıkarmamalıdır. Bu itibarla güven teorisi hukuki güven, istikrar ve hakkaniyet düşüncesini esas alır. Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle gerekse devletle olan ilişkilerde güven ve sürekliliği sağlamaktır. Yasaya aykırı sakat bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiyi de yararlandırmak zorundadır.
20.Devletin, iyi niyetli vatandaşın sosyal güvenlik hakkını koruması önemli bir güvencedir. Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkı olup aynı zamanda sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir. Bu nedenle de sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan davalarda Kurum tarafından icra edilen işlemlerin anayasal bir hak olan sosyal güvenlik hakkını zedelememesine dikkat edilmelidir. Nitekim aynı esaslar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.10.2020 tarih ve 2016/10-1602 Esas, 2020/711 Karar sayılı ilamında kabul edilmiştir.
21.Genel olarak idarenin, özel olarak da somut uyuşmazlıkta Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının hukuki sorumluluğu idare işlevinden kaynaklanmaktadır. Varlık nedeni hizmet ve edim sunmak olan idare (Kurum), hizmetten yararlanan, hizmete katılan veya hizmetten etkilenen birey ile ilişkisini hukukun genel ilkeleri doğrultusunda hakkaniyet ve dürüstlüğü gözeterek hukuk çerçevesinde yürütmekle ve ortaya çıkan hak ihlallerini de mümkün olduğunca dava yoluna gidilmeden gidermekle yükümlüdür.
22.Hizmet kusuru kavramı, genel anlamda, bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozuklukları anlatır. Geniş anlamda hizmet kusuru, idarenin yerine getirmekle yükümlü olduğu herhangi bir kamu hizmetinin, kuruluşunda, düzenlenmesinde veya örgütlenmesinde, yapısında, personelinde yahut işleyişinde gereken emir ve talimatın verilmemesi, yasa ile verilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi gözetim ve denetimin yapılmaması, hizmete ayrılan araçların yetersiz, elverişsiz, kötü olması, gereken önlemlerin alınmaması, geç ve zamansız davranılması vb. şeklinde gerçekleşen birtakım aksaklık, aykırılık, bozukluk, düzensizlik, eksiklikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
23.Hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, hizmetin işlememesi ve hizmetin geç işlemesi olmak üzere üç durumda oluşmaktadır. Hukuk kuralları, bazen, idareye belli nedenler karşısında belli bir etkinliğe girişme zorunluluğu yükler. Bu durumda idarenin bağlı yetkisi vardır denilir. İdare, yeterli olanaklara sahip bulunduğu halde kullanmak zorunda olduğu böyle bir yetkiyi kullanmamak ve harekete geçmemek suretiyle bir zarara sebebiyet verdiğinde, kural olarak bu zararlı sonuçtan sorumlu tutulur. İşte, hizmetin işlememesi, önce, bir bağlı yetkinin kullanılmaması, bu yetkinin karşılığı olan ödevin yerine getirilmemesi durumunda görülür.(www.anayasa.gov.tr/files/insan…/ym…/berberogludevletinHukukiSorumlulugu)
24.İdareye bir süre ile sınırlı olmaksızın tasarrufunu her zaman geri alma olanağı tanınacak olursa uyuşmazlıkların sonu gelmez. Hukuka aykırı bir işlem ancak belirli bir süre sonraya kadar geri alınabilir. Belirli bir süre geçtikten sonra hukuka aykırı işlemin geri alınması da hukuka aykırı olur. Belirli bir sürenin geçmesiyle işlem yasaya aykırı olsa bile artık kazanılmış hak olmaktadır.
25.Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle gerekse devletle olan ilişkilerde güven ve sürekliliği sağlamaktır. Yasaya aykırı sakat bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiye de yararlandırmak zorundadır.
26.Yasaya aykırı idari işlemlerin bazı haklar doğurması durumunda kanunsuz yapıldığı gerekçesiyle ancak dava açma süresi içinde geri alınabilir. Her ne kadar kazanılmış hak mevzuata uygun yapılmış idari işlemlerden doğsa ve hukuka aykırı bir işlem kazanılmış hak doğuramasa da, yine de bu durum yerleşmiş kazanılmış durum yaratır ve bu tür işlemler dava açma süresi geçtikten sonra geri alınamamalıdır.
27.Yargıtay’ın 27.01.1973 gün ve E.1972/6, K.1973/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 gün ve A.1968/8, K.1973/14 sayılı kararında belirtildiği gibi, çok ciddi ve ağır ölçüde hukuka aykırı olmaları nedeniyle hiçbir hukuki değere sahip olmayan ve hukuken yok hükmündeki idari işlemler, yönetilenlerin gerçek olmayan beyan ve bilgilerle idareyi aldatarak yaptırdıkları işlemler, hile ile elde edilmiş işlemlerle idare edilenlerin kolayca anlayabileceği açık hataya dayalı işlemler hukuka aykırı olacakları için bir hak doğurmazlar ve idarece her zaman geri alınabilir. Sözü edilen bu kararlarda yokluk, mutlak butlan, ilgilinin gerçek dışı beyanı veya hilesi olmamak koşuluyla iyi niyetli kişiler yönünden yanlış bir idari tasarrufun iptal davaları için kanunen öngörülen dava açma süresinin geçmesinden sonra geri alınması, idari istikrarı, toplumun güven duygusunu ve kamu düzenini zedeleyecektir.
Somut uyuşmazlıkta davacı sigortalı 02.03.2007 tarihinde yaşlılık aylığı için tahsis talebinde bulunmuş ve aylık takip eden ay bağlanmıştır. Davacı sigortalının anılan 01.07.1995-31.12.1996 tarihleri arası tarım bağkurluluğu mevcuttur. Ancak 4/a kapsamında sigortalılığı yettiği için bu sigortalılığı borcu olmasına rağmen dikkate alınmamıştır. Davacıya yaklaşık 10 yıl yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra 2016 yılı sonunda 1990-1991 yılarında 95 gün sigortalılığının aynı ad ve soyadlı başka birine ait olduğu, buna bağlı olarak 02.03.2007 tarihi itibari ile yaşlılık aylığı bağlanma koşulları taşımadığı gerekçesi ile aylıkları iptal edilmiş ve 5510 sayılı Kanunun 96/b kapsamında aldığı aylıkların geri tahsili talep edilmiştir. Başkasına ait sigortalılığın davacı üzerinde gösterilmesi Kurumun hatasından kaynaklanmaktadır. Davacı sigortalı tahsis isteminde bulunduğu sırada kurum hatası bildirilse idi o tarihte prim borcu olan tarım bağkurluluğunu hizmetini borçlanabilir ve şartları yerine getirmiş olabilirdi. Kurumca kazanılmış bir durum yaratılmış ve davacı sigortalıya güven verilmiştir. Kararın bozulması sosyal güvenlik hakkının zedelenmesine neden olacaktır. Kararın onanması görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun görüşüne katılınmamıştır.